25 Aralık 2009 Cuma

..Simit yiyen serçeleri izleyip gözümüzü ayıramadıktan sonra..bir kağıda yazmaya başlarız..

"bugün is kokuşabiler.Pemra sakarlayaşabiler."O" alınganlayaşabiler."Bu" anlayaşılabiler."Öteki" yoklayaşabiler."Beriki" kızgınlayaşabiler."Şu" saflayaşabiler.Özge anlatayaşılabiler."Diğer ki" yaralı,yaralayaşılabiler."Kalan ki" kandırıkçı,konuşalayaşabiler.Biz yardımseverleşeyebileriz."Kalan bir" dinleyeşebiler.Amca kuş besleyeşebiler.Kuşlar uçuşabiler.Posterci suponçbop izleyeşebiler.Biz düşüneyebiliriz.Ergenler çıkışayabiler.Paloroid filmi alınamayaşabiler.Yılbaşına 6 gün kalıyaşabiler.Biz salaklayaşabileriz,eğleyeşeyeyebileriz.Sayfa bitişebiler.
Not:sayfa yırtılaşayabiler... "
siz bi şey anlayaşamayabiler..:D

"Özge Hanım-Pemra Hanım"

23 Aralık 2009 Çarşamba

Salatalığın Hikayesini de Unutmamak Lazım

Ankara’dan tatilimin ilk durağı olan Kuşadası’na doğru yola çıkmıştım.Kulağımda Axl Rose’un sesi elimde Umut Sarıkaya’nın bir yazısı vardı.Evet evet çok güzel hallerdeydim.Bir süre sonra yolda bana eşlik edecek olan yolcu geldi.Oooo biirr tonton, ooo biiirr pamuk, oooo biirr yaşlı teeyzeeyydii!
Söz konusu yol 7 saatten fazlaysa yanınızda oturan vatandaş önemli bir etkendir aslında. Şahsen 25-45 yaş aralığındaki kadınlar yerine yaşlı eyzeleri tercih ederim.Çünkü yaşlı teyzelerde “efendim kimse benim rahatımı bozamaz kim ki onlar “ tavrı yoktur; “Aha aha vallaha poposu benim sınırlarıma geçti  yaa bi de uyuyakalmış öyle! Şimdi nasıl giderim ben bu yolu, gördün mü bak bütün rahatım kaçtı!”vb. cümleler de.

Geldi oturdu yanıma başladık tatlı bir sohbete ( o herkesin bahsettiği “eski komşuluklar”ı hatırlatıyor bana nedense).Neden Ada’ya gittiğini, torunlarını, çocuklarını anlattı.Hatta Kuşadası’nı hiç bilmememe karşın nerde ineceğini uzun uzun tarif etti.Yolculuğumuz güzel geçiyordu da arada sessizlikler de oluyordu pek tabii.O sessizliklerin biraz uzaması halinde bulduğu herhangi bir yerde uyumaya şartlanmış bünyem direk uyku halini alıyordu.Tontonum baktı ki kafam pat pat düşüyor, bir türlü uyuyamıyorum “yavrucum koy başını omzuma” deyiverdi.Ah sevgili tontonumu her yerinden(!) öpesim geldi o an! Nezaketen “yok canım ben rahatsız etmiyim” şeklinde kemküm ettikten sonra hemencik koydum başımı uyudum biiiir güzel.Buna karşılık benim de ona faydam dokunmuyor değildi hani mola verdiğimizde ona tuvalete kadar eşlik ettim(Dönüşte ben otobüsü kaybedince küçük bir macera yaşadık ama olsun, ben yardım ettim ki).

Moladan sonra tonton, şekeri olduğunu ve fazla aç kalamadığını anlattı o yüzden çantasında hep atıştıracak bir şeyler olurmuş.Birden önümüzdeki küçük masalar domateslerle salatalıklarla,krakerlerle doldu.Sen de ye diye öyle bir ısrar ediyordu ki hayır demek mümkün değildi.Yahu şimdi düşündüm de neden hayır diyeyim ki? Demem arkadaş.Günümüzde tuhaf şeyler olduğu doğru hep duyuyoruz böyle yollarda bayıltılıp kaçırılan insanları. Ama bunları düşünerek o salatalığı yemezlik etmek de bana tuhaf geliyor. Elbette tontonum aslında hiç de sevimli olmayan bir organ mafyası üyesi olabilirdi ama o riski göze almamak da bana bi garip geliyor doğrusu.


Ha ne diyordum ? Salatalık evet organik organik beslendikten de sonra artık Kuşadası’na gelmiştik.Yollarımız ayrılacaktı.Yolda isimlerini duyduğum çocukları gelip onu aldılar ben de arkadaşımla buluşup tatilime güzel bir başlangıç yaptım.

------Birkaç gün sonra----------

Kuşadası faslı bitince Ankara’ya dönmek üzere bir kez daha otobüsteydim.Bu sefer kulağımda bağıran Angus’tu.Gözlerimi kapatıp otobüsün hareket etmesini bekledim.Bu sırada yanımda bir hareketlenmeler oldu gözümü şöyle bi aralayınca bir salatalıkla burun buruna geldik: “ İster misin yavrum?”

Yeni tontonum gelmişti.

Pemra

30 Kasım 2009 Pazartesi

Bir Garip Mandalinya Hikayesi


Heede edüü diyerek, parmağıyla göstererek mandalina istediğini anlattı.Kırmadım verdim.Önce vahşice kabuğuna saldırdı.Suyunu akıııtaa akııtaaa yemeye başladı.Sonra baktı ki mandalinayı ona veren yardımsever bir muhterem var orda e ödüllendirmek lazım tabii, ağzından çıkardığı kabuğu bana verdi.Kabuk yemeyi bu şekilde bitirdik, sıra mandalinaya geldi. Mandalinada da aynı sergüzeşti (edebiyat dersleri bir işe yarasın) yaşadık.Isırıyor, sonra bana veriyor sonra benden tekrar alıyordu. Böyle bir döngü içinde koccaaman bir mandalina yedik.Aynı dilimi bir o salyaladı bir been.

Yaptığımızın tuhaf olduğunu fark edemeyecek kadar küçük olan Duru, fark edip de umursamayacak kadar eğlenen ben, bu işlemin sonucunda misleeer gibi mandalina kokuyorduk.

Pemra.

29 Kasım 2009 Pazar

Burun Akıntısı

Ay hızımı alamadım galiba ama bunu yazmak istedim, sonra unuturum falan...

Bayramda Eskişehir'in yakın mesafelerini adımlamayı kendime borç bilince hastalanmak kaçınılmaz oldu, bi de orası daha bi soğuk oluyo. Tam hastalanmak değil aslında, zaten ordayken de annemi toz alerjisi falan diye kandırmaya çalıştım, inanmadı ya neyse.. Şimdilik sadece burnum akıyo, iğrenç benzetmeler geldi aklıma birden ama gerek yok, kimsenin midesi bulanmasın. Sadece "çok" aktığını söyliyeyim yeter.

Artık domuz gribi diye de beni nasıl korkutmuşlarsa pek bi telaşlandım. Aslında alt tarafı birkaç gün burnum düşerek dolaşırım ama işte, domuz gribi... Kendi kendime düşünüyorum, ya aslında kronik hastalığı olmayanlara bişey olmuyomuş, ama dur, aman allahım, benim alerjim var, ne yapacağım, ya ölürsem, böhüü, daha Yürüyen Şato'yu yedinci kez izleyemedim.. Tabii doktor alerjimin sorun yaratmayacağını söylemişti ama, böyle telaşlanmaya dünden razı birine pek de derdini anlatamazsın-galba anneme çektim. O daha burnum bile akmazken hasta ilan edebilir beni, ama yazık, bakmak zorunda olan da onlar.

Ne diyodum, hah, telaşlandım. Gözümü kararttım ve daha önce burnum aktığında kılımı kıpırdatmazken bir takım acil durum önlemleri almaya giriştim. İlk işim buhar yapmak oldu tabii. Aslında nefret ederim, ama bu sefer pek bi istekle eğdim kafamı. Sabahlığımı kafamın üzerinden geçirip üzerimi örttüm ve tencereyle başbaşa kaldım, artık nasıl bi istek duyduysam- anlatışa bak.. Bu buhar cilde de iyi geliyomuş biliyo musunuz? Burnumu çekerken bi yandan da sinsi gibi bunu düşünüyodum, ooh, bi taşla iki kuş, hem burnum düzelicek hem de cildim ışıldayacak, hergün bi kere yapsam ya bundan, vallahi pırıl pırıl olurum... Bence hep hasta olduğumdan söylüyorum bunları(şimdi de hastayım gerçi).

Ay, aman, yalnız bi terliyosunuz bi terliyosunuz sormayın. Bu sefer işi ciddiye aldığımdan üstümü kapattım buhar kaçmasın diye. Aslında başka zaman annem zorladığında, ağzım yarı açık, televizyona bakarak, arada adet yerini bulsun diye burnumu çekerdim. Şimdi öyle değil ama. İlaç içtim, sabah adaçayı içtim, iki portakal suyu içtim. (Bu tedavi de ne acayip şey, ya içiyosun ya çekiyosun!) Şu anda da ocakta ıhlamur kaynıyo mesela. Ona da ayrı bi özen gösterdim. Tamamen bu hastalıkla ortaya çıkan sinsiliğim burda da devreye giriyor ve "Heh heh, bahçenin ıhlamuru bu, tamamen organik, daha yararlıdır ki bu." şeklinde düşünceler kafamda dolanıveriyor. Ama doğruya doğru, ne GDO'su ne bişeyi var, mis gibi ıhlamur işte. Bu ıhlamura tarçın, elma falan da konuyomuş, öyle daha yararlı oluyomuş diye duydum. Bir buçuk çubuk tarçın(sonraya da kalsın ama şimdi de çok koyiim hesabı) elimin ayarsızlığından bol bol da toz tarçın döktüm. Bir elmayı vahşice ve rastgele küçük küçük dilimledim ki iyice yayılsın(sanki kimyada böyle bi kurallar vardı) ve sırf vitamin olsun diye elmanın kalanını yedim. Şimdi de ıhlamur ocakta, kısık ateşte salınıyo, yavaş olsun da iyice demlensin diye kendimce de bi mantk yürüttüm.

Evet, azmettim, akşam olduğunda iyileşmiş olacağım, olmadı öbür gün, ya da diğer gün! Ama azmettim yani...

Zeynep

Edit:İlgilenir misiniz bilmem ama kısmen iyileştim sayılır. Kendimi topluma mâl olmuş hissediyorum, deney başarılı oldu(kısmen)!!!

28 Kasım 2009 Cumartesi

***
Kar yağsın istiyorum. Küresel ısınma muhabbeti çevirecek değilim, benimkisi bildik ilk kar heyecanı... Kar ilk yağdığında ortalığı böyle garip bir sessizlik kaplar ya. O sessizlik sadece bana aitmiş gibi hissederim ben. Kulaklarımı doldurur, kalbimi çarptırır o sessizlik. Ama çok hoş değil mi, tesadüfen baban arabadan birşey almaya falan yollamış seni, gece, kar yağıyor. Sokak lambalarının solgun ışıklar beyaz karlara düşmüş. Gerçekdışı bir dünya gibi. Ve sen ilk adımı atıyorsun, kar yeni yağıyor, ona dokunuyorsun. O ilk adımda çıkan kıtırtı...ay şu an düşününce çok heyecanlandım, ellerim titrek olacak neredeyse... neyse işte, o kıtırtıyla bi sarsılırım ben, sessizlik kırılır, yine de daha bi mutlu olurum. Eh, az birşey mi, yağan ilk kara ilk ayak basan insanım, şu anda hayal ederken bile kendimi tutamıyorum, o anda da hafif deli gibi, kocamaan sırıtırım herhalde..

Yılbaşları da kar olmazsa pek bi eksik olur mesela. Yeni yıla kar'la girmek bence en çok istediğimiz hediyeye kavuşmak kadar muhteşemdir. Bir de ikisinin birden olduğunu düşünsenize... Heh heh! Yılın son günü de bu yüzden-özellike tanecik kadar bir kar bile yoksa- müthiş stresli geçer. Son ana kadar umut edilir, artık geriye doğru sayılırken bi ara tek göz dışarı kayar. Hani sanki mucize gerçekleşcekmiş de tam sıfırda egzantirik taneler aşağı yuvarlanacakmış gibi. Vallahi elimde olsa ben kar olur yağardım, yeter ki yılbaşı kurtulsun! Yaa, işte sırf yılbaşını kurtarmak için kar olmaya razıyım(aslında pek külfet gibi de gelmiyo(!))-(çok parantez oldu).

Bu sene kar ilk yağdığında dışarıya bir kulak kabartın. Belki sevinç çığlıklarıyla deli gibi oraya buraya yuvarlanıp ağaç dürtükleyen birini duyarsınız, o ya benimdir, değilsem de o kişiyle tanışmak istiyorum, lütfen benim için bi konuşuverin!!

Zeynep

27 Kasım 2009 Cuma

Küçük Şeyler Sevindirir Ruhumuu

Bir gün internette gezerken bir başlık gördüm : "Her Gün Bir Fotoğraf”. Başlığı okumamla Özge Hanım’ı aramam arasında çok az bir zaman farkı vardı. Fikir orijinaldi ve dayanılmaz bir çekiciliği vardı.Konuşmamız doğal sürecinde işledi ve alacağımız makinalarla neler çekebileceğimizi konuşmaya başladık.Evde telefonla konuşurken ilerleme kaydedemeyeceğimizden araştırılmak üzere bu konuyu bir kenara bıraktık. Yaklaşık bir saat sonra Özge Hanım telefon etti, sesi heyecanlıydı : “Peemra bizim dersanedeki falanca insan bana az önce konuştuğumuz fotoğraf makinalarını sordu, fiyatı hebele hübele dolaylarındaymış.Bu bir işaret olmalı gidip almalıyız !"
Fiyat uygundu ve fikir güzeldi, çeşitli pürüzler vardı tabii ( filminin çok pahalı olması ve artık o tip makiaeların üretilmemesi gibi) ama artık bir numaralı gündem maddesi bu makinayı bulmaktı. Çok geçmeden makinayı ne amaçla kullanacağımıza da karar verdik, her şey hazırdı yalnızca makina yoktu ve bunun üzerine biz aç kurtlar gibi Kızılay'ın her yerine saldırdık.Bla bla pasajındaki Fatih'ten, hop hop cup cup pasajındaki Ali’ye ordan oraya ordan oraya yönlendirilerek (Ankara'nın yardımsever esnafı sağolsun) makinalar ve filmleri hakkında epey bilgimiz oldu. Pek tabii bu çabaların sonunda makinalarımızı bulduk!! 


İçim de tuhaf bir korku da vardı doğrusu, ya başka biri gördüyse ya alırlarsa ya sevgili fotoğrafçı amca o gün tükkanı erken kapattıysa?! Paraları ele geçirir geçirmez bir telaş, bir heyecan koşturduk makinalarımıza. Ufak tefek bi pazarlıktan sonra kutularının içinde iki adet makina elimizdeydi(vuuuhuu)! Birkaç gün önce koşturarak telaşlı adımlarla gezdiğimiz Kızılay'ı o gün şapşal bir gülümsemeyle (kucağımızda makinalar) ve rahat adımlarla gezdik.
İşte Özge ve ben ilk polaroid fotoğraf makinalarımıza böyle sahip olduk.Pahalı olduğu için henüz filmimiz yok ama olsun bizim makinamız var ki.

Aynı gün elime geçen eski bir Fikret Kızılok kaseti, 80lerden kalma bir jile ve birer liraya aldığım nba 97(oyun) cdsi, bir Will Smith film cdsi beni mutlu eden küçük şeylerin devamı sayılabilir pekala.


1 Kasım 2009 Pazar

24 Ekim 2009 Cumartesi

Kelaynakseverler Derneği

Vuhuuuu! Deminden beri bir takım yazma girşimlerinde bulunup ne diyeceğime bir türlü karar veremiyordum(zor işmiş yahu!). Ama buldum! Büyüsü kaçmasın diye ne saçmaladığımı en sonda açıklayacağım.

Kelaynakseverler Derneği
Sorbonne'da okuyan bir hukuk öğrencisi, Fransız
Endonezya'dan gelen bir göçmen, Josê- karanlık bir tip
Rus Mafyası'nın üç numarası, Mişka Özgeşinya
Baba'nın yeğeni, İtalyan Mafyası'nın şımarık çocuğu, Enes Corleone
Dul bir kontes, Fransa'nın sayılı zenginlerinden, Kontes dö Aybayçe
,
PAROLA: Hepimiz ayıcık değiliz.
,
Yeşil çuha örtülmüş yuvarlak bir masanın etrafında amuda kalkmışçasına hassas bir dengeyle sıralanmış beş oyuncu, tehditkar bakışlarla birbirini süzüyordu. Tek ışık kaynağı, masanın üzerinde özensizce sallanan zayıf ampuldü. Sadece masayı ve arasıra oyuncuların birbirlerine attıkları keskin, kaçamak bakışları aydınlatıyordu. Belirgin bir sigara dumanı, Josê'nin esrar sigarasından, Mişka Ögeşinya ve Enes Corleone'nin purolarından, Kontes dö Aybayçe'nin uzun ağızlıklı sigarasından havaya karışan bir duman, masanın üzerinde asılı kalmıştı.
Odadaki tek gürültü içki bardaklarındaki buzların çarpışmasıyla çıkan ritmik sesti. Her oyuncu kişiliğini, statüsünü ve halkını yansıtan içkisini gergin ve olabildiğince sessiz yudumluyordu. Votkasının yansıması yüzünde dolaşan Mişka, şarabını yudumlayan Kontes'e hızlı bir bakış attı. Bu bakışı yakalayan Enes, memnun memnun viskisini yarıladı. Bu sırada Josê içtiği yerel, mayhoş içkisinin de etksisyle baygın baygın etrafı süzüyordu.
Oyun giderek kızışıyordu. Mutlak sessizliğe rağmen ortamdaki gerilim her oyuncunun kafasında bangır bangır yankılanıyor, kartlar hızlı ve belli belirsiz hareketlerle el değiştiriyordu. Aniden oyunun bitişini müjdeleyen ses çınladı ve dört el masanın ortasında birleşti. Beşinci el beklenirken, tetiğin ölümcül fısıltısı duyuldu ve bir tekerlemenin dört dizesi gibi dört kurşun, dört oyuncuya saplandı.
Hukuk öğrencisi soğukkanlı bir gülümsemeyle Corleone'nin purosundan bir nefes çekipp paraları toplayarak çıktı.
Zeynep, Pemra
Eh ne düşündüğünüzü pek tahmin edemiyorum, o yüzden açıklayayım: Birgün sınıfta, bir boş derste adları aslında Yiğitcan( ay, Yiğit demeliymiştim ve bunu yeni öğrendim ama alışkanlıklar zor değiştirilir Yiğitcan!) , Olgu, Özge, Enes ve Aybiçe olan bu beş kişi, ne olduğunu bile hatırlamadığım ama kağıtları yırtıp masanın ortasında topladıkları garip ve o an için masum bir iskambil oyununu çağrıştıran bir oyun oynadıklarında Pemra'yla gözümüzde böyle bir sahne canlandı, yazalım dedik. Şimdi de yazacak birşey bulamayınca eserimizi siz (olmayan) okuyuculara sunmaya karar verdim!
Zeynep

18 Ekim 2009 Pazar






…Yaşamak…
Yaşamın sadece nefes alıp vermek olmadığını anladığımdan beri ‘nasıl yaşanır? Ya da neyle yaşarsak ‘evet yaşıyorum deriz’ gibi sorular aklımda dolaşıp durur.Şu sıralar bu soruya cevap bulma çabalarım daha da arttı.
Sanırım duyguların en uç noktalara geldiği anlarda insan ‘yaşıyorum bee!’ der.Belki hüngür hüngür ağladıktan sonra...belki yarılana kadar güldükten sonra…ya da uçsuz maviliklere veyahut yeşilliklere bakarken huzurla dolduğu anda… (Şu an bunu sonsuza kadar sürdürebilirim..lakin okuyanı da sıkmamak gerek diyerek kısa kesiyorum..)
Elbette hepimizin yaşamı da yaşıyorum demesi de farklı...ama ne olursa olsun yaşamadan ölmeyelim..zaman sonra dönüp baktığımızda da ne yaptım ki şimdiye kadar demeyelim..
Ö.K

15 Ekim 2009 Perşembe


Vuuuuuhhuuu! Bu gün Duru'nun doğum günü ! O artık bir yaşında !


İyiiiiikiiiii doğdun Duuuurruuuu iiyykkiiiii doğduun Duuurruu muttluu yıllar saanaaa :)

2 Ekim 2009 Cuma

Hellooooooooo, people of earth!!!

Helloooo, people of earth! Yeah, I admit it, I took this line from a tv show on nickelodeon but it sounds nice, right? Anyway, you probably wonder why I'm writing in english. Well, to be honest I'm trying to show off. Of course we have a better, more proper excuse for this: Although we don't have any followers right now we are tryin to be international. And that's what I meant, when I said "people of earth". But until those nice and popular days, I'll enjoy myself and just write to satisfy myself. Because even writing these boring words flatter me! I'm a bit egoistic, amn't I? When you start following our blog(please do!!!), give me some ideas to write, cause' I can't think of any right now. Oh, btw, I'll also be writing in turkish-I can't just get enough of this writing thing! But don't you think it's an interesting experience to share stuff like this? You should start your own blog, dear reader. But unfortunately I won't be following it, as you are doing to us. And considering only people who write on this blog will probably read this article, that won't be a problem.(Anybody understand that sentence? I did not and oh boy, I'm trying to show you that my english is good!)
In conclusion(fancy word right?), I'll be glad if you read our blog and appreciate my english(did I get appreciate, right?). This was kind of an introduction, hope you enjoyed it!! Byeeeee, or xoxo (yep, I'm watching gossip girl!)

29 Eylül 2009 Salı

Echinodermata ya da Derisidikenliler

Canımız yazı yazmak istedi yazdık, kendimizi ifade etmek istedik de diyebiliriz. Bir de kendimize derisidikenliler adını uygun bulduk. Derin anlamını ilk başta pek düşünmemiştik, sadece hoşumuza gitmişti. Lakin sonradan kafamıza dank etti. Aslında bu oldukça manidarmış. İçten pazarlıklı, çok kara mizahlı. Muhtemelen anlamışsınızdır, dikenlerimizi bazılarna batırdığımızı ima ediyoruz. (Düşünün bunu fark etmeden ima ettiysek, fark ederek neler yapabiliriz.(!)) Biz kim miyiz?:

Gördüğüm herşeye anlam yüklediğim(!) hayatımın bu döneminde patlamaya hazır bir yanardağ misali hissediyorum, heyecanlıym burada yaratacağımız dünyaa adına.Hoüp, çok ciddi oldu lan! Blogumuz oldu yehaaaaaa!!
Pemra

Benim mantık düzlemim içinde bir nokta olmamasına rağmen bu fikir beni heyecanlandırdı! Heyecanlandım fakat bu heyecan mantıklı değildi. Sonra düşündüm; hayatımda mantıksız şeyler de olsun gari diye ve mantıksızca mantıksızlılar yapmak için buradyım!
Aybiçe

Derisidikenliler. Hmm.. Güzel olacak gibi ya, evet evet güzel olacak. Uu, çok fantastik! Nihayet zalim dünyanın beni hapsettiği korkunç hücreden gün ışığına çıkmanın bir yolunu buldum(!) Diğer bir deyişle, heyyy, yazı yazıcam!!!
Zeynep

Blog dediler, tamam dedim. Zaten her dediklerini yaparım.
Onları çok seviyorum, canım dostlarım!
Dilan

Hayatınızda görüp görebileceğiniz en anlamlı - en anlamsız, en mantıklı - en mantıksız, en anlaşılabilen - en anlaşılamayan ama herşeye rağmen çok gülen, çok düşünen 3-5 kişinin blogudur.
Özge

Dikenli deri mi ? Iyyy, böyle sırtından dikenler çıkıcakmış gibi..
Bir dost

Bizi böyle iyi niyetli(!) eleştirilerle sık sık desteklerseniz pek memnun oluruz!

" " " " " "

Bize ilham veren zat-ı muhterem Pemra'nın dayısı(bkz. stardustt.blogspot.com)na blogumuz aracılığıyla hürmetler gönderiyoruz!!!