27 Kasım 2013 Çarşamba

5 Ekim 2013 Cumartesi

Merhabalar sevgili okur,
      Ben daha Hindistan kapanış yazısını yazmadan neler olduu, kaç zamanlar geçti, kimler geldi kimler geçti... Hindistan yazı dizisi bitmeden üstüne Yunanistan, Aladağlar, çeşitli yeni yerler, Aydın ve Manavgat eklendi. Şimdi hepsinin üzerinden bunca vakit geçmişken nelerden bahsedeceğimi bilmeden yazmaya devam ediyorum. Yerlerden önce içimdeki dengelerden biraz bahsedesim var. Ne zamandır hiçbir yere yazmıyor ve pek kimseyle konuşmuyorum. Hindistan'dan döndükten sonra tam bir kargaşanın içine düştüm (hoş hala kurtulabilmiş değilim) koştur koştur Eskişehir'e sözümüzü tutmaya gittik, ordan bayram oldu hoop cümbür cemaat Bodrum'a gittik. Orda geçen 3-4 günün ardından Yunanistan'a atladık çantalı çadırlı. Bu süreçlerde enerjim bir indi bir çıktı ve sürekli bir insan dolaşımı (sirkülasyonu) vardı etrafta. Gördün mü bak sevgili okur, ne kadar zaman geçmiş üstünden detaylandıramıyorum. Aydın'a geldikten sonra "delikanlılık günleri"m başladı, Tuğba'nın etkisiyle. Sadece çay içerek oturup saatlerce, günlerce konuştuk konuştuk konuştuk.. Her şeyin bir adabı olduğundan ve samimiyetsizliğin korkunçluğundan dem vurduk, ben delikanlılık günlerinin sonunda çok öfkeli ve sürekli hararetle bir şeyler anlatan bir insan oldum çıktım. Sevgili okur sen beni biliyorsun, insanların beni anlaması ya da onaylaması ihtiyacım olan durumlar değildi. Ama öfkeli ben, herkese neye öfkelendiğimi anlatmak istedi, herkes dünyada böyle şeyler olduğunu ve benim bunları fark ettiğimi, bunlara öfkelendiğimi bilsin istedim. İnsanlar fark etsin ya da etmesin, satır aralarında hep aynı şeyi anlattım ben onlara o süreçte. Mektuplar yazdım, telefon ettim, günlük yazdım, gezdim dolaştım bağ bahçe. Sonra o denli keskin sirke küpüne zarar verdi, biraz durulmaya başladım... Bunlar olurken artık Aydın'dan Manavgat'a geçmiş hatta orda kaldığım sürenin de sonuna yaklaşmıştım. Manavgat'ta şelaleye gittik ayaklarımı eğlendirdim soğuk suyun içinde. Sooonraa Ankaraaa... Azıcık durdum Ankara'da, birkaç gün içinde Aladağlar'a geçtik. Gitmeden hemen önce hararetim azalmıştı ama içimdeki dengesiz hal sürmekteydi. Yani öyle bir hal ki yaz başlamadan önce kendi kendime düştüğüm boşluktan farklı, bulantıdan farklı, bunaltıdan farklı, ben gibi değil, enerjisiz değil ama enerjik de değil tamı tamına bir sürüklenme hali. Sürüklenmenin böyle bir hali.

     Aladağlar'da aniden bir şey oldu. Kozmik bir çarpışma. Yürümek, tırmanmak, bir hafta dağlarda olmak bana çok iyi geldi. Aslında en iyi gelen şey tanıştığım yeni bir insandı. Geri dönesim gelmedi oralardan, özellikle de sonunda ulaştığımız şelalelerden.  Velhasıl, döndüğümde çok neşeliydim (geçmiş zaman kullandığıma bakma sevgili okur oldukça yakın zamanlardan bahsediyorum artık) hem dağcılıkla ilgili çok heyecanlıydım hem hemen hemen her şeyle ilgili. Kendi kendime yetebildiğim günlerdeki gibi bir enerji hali sardı. Yeni tanıştığım insanlar beni hep böyle "zıpır" sandılar. Bense bazı bazı bütün bu hallerimi bilsinler istedim ama anlatmanın anlamsızlığını ve imkansızlığını biliyorum. Mutlu hissettiğim anlara tutunmak isterim; çünkü ne zamandır o hallere hasrettik. Veee bugün... Bugün bu enerji hali biraz sarsıldı, temeline indim çıktım, bu sürecin nereye doğru gittiğini öngöremedim. Düşüncelerle değil eylemlerle ilerleyen günlerin yorgunluğunu mu gördüm ufuktaa yoksa sahici bir belirsizliği mi, duyguların güvensizliğini mi... Bilemiyooruuzz şimdiii. Sözlerimi gerii alamaamm yazdığımı yeniden yazamaaam. Şaka şaka. Sürekli sana hitap etsem de sevgili okur bu yazıyı kendime yazdım. Teşekkürler, öpücük.

Yaz Bir Kez Daha Sona Erdi









1 Temmuz 2013 Pazartesi

Burdaki insanların "gündelik" oluşu bazen çok işime yarasa da bazen beni çok yoruyor. Buradaki geçiciliğimize güvenerek yapılan konuşmalar, davranışlar, mütemadiyen bir espri hali, bir an çok sevmeler, bir an hiç umursamamalar ve bunları gözlemlemek... Yorucu oluyor, dönüp gerçekten arkadaşım olan insanlarla gezsem tozsam yeni bir yerler görsem daha mı mutlu olurum diyorum. Bir de dil meselesi tabii, bunu Amerika'dayken de yazmıştım sanırım ne kadar çok şey konuşsak da bizim olmayan bir dili konuşurken her şey çok yüzeyde kalıyor, bütün cümlelerimizi en basite indirgeyerek kuruyoruz ve ben aslında kelimelerle oynamayı, dili zorlamayı ve birden konuşmayı kesip o ana uygun şarkıyı söylemeyi seviyorum. Yorucu olmaya başladıklarında kendimi çekiyorum, kendimi çektiğim anlar da güzel. Bazen de çatur çutur harcıyoruz günleri, gırgır şamata...



27 Haziran 2013 Perşembe

21 Haziran 2013 Cuma

Finding Nemo - The Whale Talk



Juan zaten iyi bir insandı, herkese yardımcı olmaya çalışıyordu ve komiklikler şakalar... Ama asıl kalbimi kazandığı an bir konuşma esnasında Nemo'yu izlediniz mii orda Dory'nin balinayla konuştuğu bir sahne vardı dediği andı! Daha önce kimse bunu dememişti tanrım. Dory'i çok severim. P Sherman 42 Walamy Yolu Sydney. Ne dediniz duyamadım? Dedim ki P Sherman 42 Walamy Yolu Sydney.

16 Haziran 2013 Pazar

Hindistan'da Olup Türkiye'de Olmayan Şeyler

      Öncelikle Türk erkekleri geceleri, genellikle de sarhoşken, sokakları tuvalet olarak kullanırlar; amaa Hindistan'da erkek insanlar birden motorlarını park edip güpegündüz cart dönüp yapabiliyorlar yan yana bir duvarda 4-5 erkek görmek mümkün. Bu ve bunun gibi çok basit birkaç noktayı yapmayı bıraktıklarında kirli bir ülke olarak anılmayacaklar; çok basit şeyler tuvaleti tuvalete yapmak lazımdır.
      Sonraa trafik meselesi var. Türkiye'de trafiğin mükemmel olduğunu söyleyemem; ancak burası tam bir kaos. Ölmek için birebir. Aklında başka bir şey varken karşıdan karşıya geçmeye çalış. Sadece bir dene. Herkes birbirinin üstüne ve yayaların üstüne sürüyor kimse fren kullanmıyor baktı yayaları öldürecek popolarına birazcık dokunduktan sonra direksiyonu çeviriyor. Her yer ama her yer motorsiklet dolu. Arabadan çok motorsiklet var ama kimse kask ya da koruyucu montlar filan giymiyor. Bir motor üzerinde 4-5 insan görmek mümkün ve çok çeşitli motorlar var; yine de hiç harley görmedim. Hatta bugün bir Hintli'nin ( Hint mi, Hindistanlı mı Hintli mi demeliyim bilemedim) arkasında yolculuk ettim, kendim deneyimledim gerçekten çok tehlikeli ama çok da hoş bir histi. Bir kere motor çok rahattı sonra kullanan çocuk da rahat olduğu için ölmeyeceğimizi düşündüm ve kaskımız da olmadığı için rüzgar hoş bir his verdi. Sonra birkaç ay öncesine kadar hiç motora binmemiş olduğumu o andaysa Hintli bir çocuğun motoruna bindiğimi düşündüm. Motorlar motorlar.. Bakalım. Trafiği alt üst eden bir diğer etken de "tuktuk"lar ( Daha önce yazılı hiç görmedim sanırım böyle yazılıyor, o araçlara kim tuktuk diyor onu da tam çözemedim aslında). Hinduca'da "otto" diyorlar. Bunlar üç tekerlekli, sağı solu açık, sarı renkli 2-3 çok zorlarsan 4-5 kişi kapasiteli, taksiden daha ucuz ulaşım araçları . Hyderabad'da çok yoğun olarak kullanılıyorlar. Motorlar ve tuktuklar sinyal vermek yerine kollarını kaldırmayı tercih ediyorlar ( bisiklette yaparsın ya hani sağa döneceksen sağ kolunu kaldırırsın işte o). Birden sağa kırıyorlar direksiyonu ve sonrasında kollar kalkıyor. Birbirlerini sollamadan önce, sollama sırasında ve sonrasında sürekli kornaya basıyorlar hatta tuktukların arkasında "lütfen kornaya basın" yazıyor. İlginç bir trafik algısı oluşturmuşlar. Trafikle ilgili söylenecek çok şey var ama ben beni çok güldüren başka bir konuya geçmek istiyorum.
        Hindistan'da insanlar sürekli kafalarını sallıyorlar ! Sağa sola. Bu her şey anlamına gelebiliyor: Geliyorum, gidiyorum, evet, hayır, canımsın, gülüyorum, kızıyorum... Her şey ! Konuşurken çok garip bir ritmle başlarını sağa sola sallıyorlar, hepsi. O kadar çok takldini yaptım ki gerçek olmasından korkuyorum. Bunu yapmaya en başında nasıl başlamışlar acaba? Biz de Türkler olarak böyle bir şey yapıyor muyuz acaba? Düşünsene Hindistan'daki herkes yapıyor ve çocuklar da bu hareketle büyüdükleri için onlar da öğreniyor, konuşmayı öğrenmek gibi bunu da öğreniyorlar, çok acayip.
         Şimdilik bu kadar... Yarın bir şehir turuna çıkıyoruz.

Not: Hindistan'da sadece motorlara özel otoparklar var!

15 Haziran 2013 Cumartesi

Sevgili Aiesec India,
 “We provide accommodation” demek çok kirli bir evde yerlere minderler atıp soğuk su “sağlamak” demek değildir. Ayrıca o mutfağın hali ne öyle kuzum? İnsan ne yemek pişirebilir ne sandviç hazırlayabilir orda. Eve onbeşbinmilyonbaloncukinsan göndermeyi biliyorsunuz ama tuvaletlerin durumunun farkında değilsiniz. Hem kötü durumda hem de yetersiz hem ben tuvaletle banyonun bu kadar iç içe olmasından hoşlanmıyorum.
 Tamam, kabul ediyorum bizimle ilgilenen insanlar çok yardımsever ve gerçekten her sorunumuzu çözmeye çabalıyorlar ama sizin temel mantığınızda bir hata var Aiesec India. Burdaki hayal kırıklığının en büyük sebebi sizsiniz, Hindistan’ın kendisi değil. Söz verdiğiniz şeylerin gerçekleşmemesi insanlarda bıkkınlık yaratmış. Herkes oomaayygoşş yu vil hev soomaaçfaaann in Indiyaa diyor ama maalesef organizasyonlarınız yetersiz, iyi insanlarsınız ama bu çocuğu yanlış yapmışsınız, olmamış. Size tavsiyem bu kadar çok intern almak yerine daha az alıp onlara gerçekten güzel bir deneyim yaşatmanız.
 Şimdi insanlar sizi birer birer şikayet etmeyi düşünüyorlar ki "Aiesec International" müdahale edebilsin, ben bilemiyorum sanırım bu sefilliğe alışmaya başladım.
 Onun dışında Juan'a yaptıklarınız da çok anlamsız. Yani kötü diyip kızamıyorum bile çok anlamsız çünkü. Önce mayısta gel demişsiniz sonra çocuk gelince kimse yok diye projeyi başlatmamışsınız; o zamandan beri hiçbir şey yapmaksızın interneti ve sim cartı (tarafınızdan sağlanması gereken şeyler) da olmadan gezinmiş durmuş. Dolap yok, yatak yok, proje yok, insan yok. Orman kanunlarına alışmış güzelim Arjantinli, kıvırcık saçlı çocuk.
 Diyeceğim o ki Aiesec India, sen olmamışsın.
Bu durumu Aiesec'e genellesem mi bilemiyorum.
Ama alışıyorum.
Sonumuz hayır olsun.


* Büdüt: Dün Mısır'daki Aiesecle ilgili o kaddar kötü şeyler duydum ki Aiesec India, sana haksızlık mı ettim diye düşündüm. Karar veremedim. 

12 Haziran 2013 Çarşamba

Hindistan'a gidiyorum. Kısa bir süre önce içim ve kafam daha boştu, Hindistan'daki yeni her şeye daha açıktım. Şimdi farklı. Fiziksel olarak da yorgunum belki... İnsanlar geliyoor, gidiyooor, konuşuyoruz, sarılıyoruz, neden içim sıkıldı bu kadar çözümleyemedim. Ama gidiyorum. "Gitme" hadisesinin hakkını vermek lazım ki dönmek güzel olsun.