19 Ocak 2010 Salı

Bankta Otururkenee


Sokak lambasının istifini bozmayan, sabit ışığına karşın küçük, özgün hareketleriyle şekil alan su birikintisi fark edilmek üzere oradaydı.

Bazıları ordaki o küçük su birikintisine baktılar,aynı anlamsız gözlerlerle doğaya,insana,müziğe bakmışlardı,yürüdüler geçtiler.Zaten her şey anlamlandırılmıştı ya onlar için(!) ne gerek vardı huzurlarını kaçırmaya,düşünmeye,hissetmeye,karnının üstünde kelebekler uçurmaya !

Bazıları gördüler,su birikintisindeki güzelliği..Ama üstünden geçemezlerdi üstleri pislenirdi biraz da yürek isterdi hani su birikintisinden geçmek,onlar bulaşmadan kıyısından yavaşça süzüldüler.

Hah! Bu üstekilerin bir türü var,onlar tehlikelii olabilirler bazen..Suyu da güzelliği de görür,ölçer,biçer en uygun zamanda ortasına basıp bozarlar, çünkü onların güzelliğe tahammülleri yoktur,bozulsun isterler.Çirkin olanı "iyi" adı altında bi güzel yuttururlar bize,ruhumuz bile duymaz.(Eşşolueşek Ellsworth!)

Bazıları suya baktı, bir şeylerin farklı oldugunu sezinledi; ama anlayamadı.Bunun önemi olmadı çoğu zaman yeterliydi "farklı" denmesi.
Bir ağabeymiz ne demiş? ”Aranızdan çıkmadı bir adam!”
Alt tarafı figüransın be adam
Bazen kendini bir şey sanırsın
Hayal kuramayan bir zavallısın
Müzik dinler hissetmezsin
Kitap okur düşünmezsin
Onda bunda olmayan sende vardır
Ama amacın sadece farklı olmaktır
Kendinle konuşmaktan korkarsın
“p ise q” dur tüm mantığın...
Ö.K

Birileri vardır onlara çok rastlamazsınız, zaten figüran da değildirler.Kocamaan sahneleri vardır.Onlar bakarlar, görürler, düşünürler, hissederler ve karınlarındaki kelebek hiç eksik olmaz! Güzeli severler..Güzel olanı yapmayı..Güzel olanı dinlemeyi..Çünkü "ben"lerini severler ordan gelir zaten o değirmenin suyu...Tüm mesele varlıgından mutluluk duymaktır aslında.Onlar beyazdır; bütün renkleri barındırıp hiçbiri olmazlar.


(Belki de bankta oturup izlerler)

Pemranım-Özge Hanım.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Pek Muhterem İstanbul


Yılbaşı vesilesiyle İstanbula’a gittiğimiz gün bir cümle dikkatimi çekti.Konu babannem.Yüzyıllardır İstanbul’da yaşayan babannem ve dedem bir süredir Ankara’da bizimle birlikteler.İstanbuldaki hayatları öyle olağanüstü bir hayat değil ayda bir gidilen komşular dışında ev ortamında geçen huzurlu bir hayat.İşte yılbaşında İstanbul’a gittiğimiz de babannem şöyle bir cümle kurdu, “Vallahi Permacım sizin Ankara da güzel amma İstanbul bambaşka!”.Evet bu cümleye şiddetle katılıyorum;lakin bunu babannemin söylemesi pek bir acayip geldi.Çünkü;

Şöyle bir düşündüm babannem İstanbul’da neyi seviyor olabilir diye.Orda da evde oturuyor burada da evde oturuyor.Orda da uzaktakilere telefon ediyor burada da.Orda da pazara gidiyor burada da.Yani İstanbul bambaşka diyecek şekilde yaşanılan bir İstanbul hayatı yok ki ortada! E niye bambaşka o zaman? Nedir çekici gelen?

Düşünmeye devam ettim.İstanbuldaki komşular İstanbul’u onun için çekici kılıyor olabilir, dedim.Ama yok! Bahsedilen “bambaşkalık” İstanbul’un mükemmeliği; büyüklüğü, boğazı, yolu, denizi. Gidip keyfi çıkarılmadıktan sonra neyleyim denizini, doğasını..

Zamanın birinde hoş bir insan “İstanbul’da yaşamak mı, İstanbul’u yaşamak mı” diye sormuştu.
Bu işte birtakım kandırmacalar dönüyor gibi geliyor bana.


Pemra