11 Eylül 2011 Pazar

"bildiğim tüm ahlak ve uymaya çalıştığımız onca kural arasında insanlığın tanımını kim yapmış ne doğru hangisi yanlış diye kafa yormaktan politik miyim neyim ben diye farkına varamayıp nasıl yetişmişim neye dönüşmüşüm diye sorup durmaktan sorularıma cevaplar bulamadığımda bir sigara yakıp onun bile üstünde beni öldüreceğini okumaktan ve kendi kararlarımı etkilemem için olasılıklarımın sürekli büyük harflerle gözümün içine sokulmasından ölmek mi yaşamak mı diye sorsalar neden yaşamak olduğu konusuna acizce cevap vermektense ölene kadar susmaktan yaşadığım hayatın doğrularına karşı çıkıp mecburenler içinde bahaneler bulmaya çalışmaktan bir beden olduğumu unutup olmadık ruh durumlarıma antidepresanlarla mutluluk zımbalamaya çalışmaktan hayallerimi komik diye anlatamayıp gerçekleri komik bulmaktan duyguların kablosuz bağlantılarla ulaşabildiği dokunabildiği sınırsızlıktan ve bu durumun hareket kabiliyetimi ve cisim üzerindeki etkimi sınırlayıp duygularımı esir almış bir cismi parçam kabul edip onsuz yapamamaktan özgürlüğün dört duvar bir odada yalnızlık olduğunu ve bunun alternatifinin uyumlu bir kostüm ve önceden çizilmiş figürlerle kalabalığın arasında dolanmak olmasından korkuyorum yaptığım şeyin her ne olursa olsun dijital bir tanımı olmasından ve bu tanımın bütün yaratıcılığımı daha yaratırken hasta etmesinden çizgileri doğru çizmekten ya da çizdiklerimi güzel sanıp aslında çirkin olanlarla estetik yarışına girmek zorunda olmaktan estetiği unutmaya çalıştığımda göreceli bir estetiğin yelkovanın ucunda şekil değiştirdiğini görmekten kulağımda çalan müziklerin sadece canımı acıtmak için ya da dalga geçmek için yazılmış olabileceğini düşünüp taksinin arka koltuğunda geride kalan blokların arasında üç beş ağacın yalnızlığını unutmaktan post-modern delilik içinde kendimi akıllı ilan etmekten dilimi tutamayıp özgür olduğumu söylemekten olabildiğince çok düşünüp az düşünmem gerektiği sonucuna varmaktan olabildiğince çok yazıp kağıtları paralayıp parkenin üstünde izlemekten ve aslında neyi neden yazdığımı sorgulayıp kalemimi eski günlerdeki gibi kaset sarmak için bile kullanamamaktan alternatifi olmayan bir şehir yaşamının kölesi olmuş kutulanmış ve dondurulmuş şekilde yaşadığımın farkına varıp kendimi hasta etmekten uyumam ve uyanmam gereken zamanı güneşin değil de hayatın belirlemesinden zamana yetişmeye çalışırken koşturmaktan ya da dinlenmek için manzaraya baktığımda geçmiş özlemekten korkuyorum. aslında hasta olduğumu kabul etmemekten kendim dışında her şeyi reddetmekten ve inancımı sorgulayıp sonucunda bir bütün olmadığımı fark etmekten parçalarımda tercihlerimin yanlışlarını arayıp hepsi doğruydu hayat yalandı cevabını bulmaktan televizyonda duyduğum repliklerle yaşamaktan kendimi bir film içinde yaşıyor sanıp hareketlerime dikkat etmeye çalışmaktan ve duygularımı yavaş yavaş kaybetmekten ben ben olmaktan da sen ya da o olmaktan da korkuyorum olmamaktan ve olamamaktan olmaya çalışıp bir şeye benzetilmeye çalışılmaktan oysaki benim ben olduğumu söylediğimde kim ya da ne olduğumu ne yaptığımı nasıl yaptığımı umursamadan beni ben kabul edecek birini bulamamaktan bulamadığımda aramadığım için suçu kendime atmaktan yalnızlığımı kıskanmaktan ve kendimi nefes alıyorum diye kalabalığın içine çekilmekten korumaktan kalabalıkta bile kendimi sıradışı hissedip bununla övünmekten uyumlu olduğumu sanıp uyumsuz olduğumu görememekten kendimi ötekinden daha özel hissederken egomdan utanmaktan ve tüm utançlarım arasında en utandığım şeyin duygularım olduğu gerçeğini görmekten kim için ne için yaşadığımı bulmama az kaldı sanıp uykuyu ertelemekten yazmaktan çizmekten şikayet etmekten şarkı söylemekten eleştirmekten nefret etmekten aşık olmaktan korkuyorum.korktuğum şeyleri başkalarının duymasından korkusuz olduğumun sanıldığını sanıp kahraman olamadığım için üzülmekten kendimi suda yüzen bir balık sanıp denize doğru yüzmeye çalışırken boğulmaktan ve kendimi korkularımı yazarken delirmekten o yüzden burada bırakıyorum.korkularım iyiki varlar cesaretimi tetikliyorlar."

25 Ağustos 2011 Perşembe

Rendekâr doğru mu söylüyor?

Düşünüyorum, öyleyse varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor. Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

24 Temmuz 2011 Pazar

Geleneksel 24 Temmuz Yazısı (2)

18 olunca sadece 18 oldum.
oysa;
doğum günü hediyesi bir araba kapının önünde durabilir,
beklentiler çocukca gelmeyip mutluluk verebilir,
istanbul'da büyükada'da olanabilir,
koşarak aşık olabilir,
uçarak uzaya gidebilir,
kendi etrafımda yeterince hızlı dönersem görünmez olabilir,
polaroidime film bulabilir,
bülent pikniğe gelebilir,
ikizlerle tanışabilir (çomla tabi),
dünyadaki bütün müzikleri dinlemiş,
bütün yerlere gitmiş,
...
olabilirdim.
ama artık 18 olduğuma göre..hayatımın tekrarına hoş geldim.:P

14 Temmuz 2011 Perşembe

ÇOM



(şu an bile olup olmadğından emin değilim,blogun sınırlarını zorluyorum,tamamen deneme amaçlı,bi de pemranım-özge hanım çom günü programının deneme şeylerinden biri,buyursunlar..)

10 Temmuz 2011 Pazar


Kelebekler Vadisi güzeldi;toprak yolları,bir gün müşteri bir gün çalışan olan çalışanları,balık evi,köpekleri,rock barı ve biz,sekiz kişilik Ankaralı grup.Ececan'ın deyimiyle "gençler"..Eski bir arkadaşla hep derdik "her yeni yer yeni bir şey öğretir"..Büyüdükçe bu düşünce bana çok saçma gelmişti.Özellikle öğretme kısmı.Çünkü ben sadece insanın kendisine bi şey öğretebileceğini inanıyordum.Yok arkadaş o öyle değilmiş.Ben bu tatilde arkadaşlarımı daha bi sevdim ve şimdiye kadar karşıma çıkan insanları(karşı cins) ve kendimi.Ama en çok şelaleye tırmanmayı sevdim.Sonunda hiçbir şey çıkmama ihtimaline rağmen halatlara asılmayı,çıplak ayak taşlardan atlamayı ve her an ölüm tehlikesi altında olmayı.(şaka değil ölen olmuş).Ve sonunda o muhteşem görüntü,güneş ışınlarıyla suyun buluştuğu an.Ama ne yalan söyleyeyim eve dönmek de ayrı bir güzel.
Eve döndüm dönmesine de.Yerinde olmayan bir şeyler vardı masamda..ve sonra bi tane kopmuş kol takıldı gözüme.Evet sevgili kardeşim yine yapacağını yapmıştı,kullanması daha kısmet olmamış o güzel hediyeyi mahvetmişti.Cidden çok üzüldüm,hem her masamda gördüğümde bana hediyeyi alan insanı hatırlatması hoşuma gidiyordu hem de güzel bir hediyeyedi.Kopmuş kol ve el görmek beni ürküttü orası ayrı.bi işaret??

29 Haziran 2011 Çarşamba

İnsanın bir kardeşi varsa büyüdüğünü fark etmesi daha bi kolay oluyor.Mesela walkmanin ne işe yaradığını anlatamadım hala.Cd çalar bi nebze daha kolay.

27 Haziran 2011 Pazartesi

Şimdi

Ortalık çok dağınık.Her yer dağınık,kendimi biraz biraz topladım ama ya etrafımı.Kendimi topladım çünkü bi görevim var artık.Çıkacak bir kitabı son şekline sokmak gibi.Evet,benim bu işlerden anladığımı düşünen bir yazar adayımız böyle bir teklif sundu bana.Kabul ettim,zaten her okuduğum kitaptan sonra Pemrayla aramızda yaptığımız şeylerden biri gibi geldi.Biraz daha ciddisi sanırım.Sonra aklıma ertelediğim ve ertelediğimiz şeyler geldi.Küçük küçük bir sürü taslak.Panoda asılı "unutmama notu" altındaki bir sürü şey.Bi tanesi yapıldı sadece polaroid.Her şeyi yapabilirim artık bunu daha sağlam söylüyorum,çünkü zamanında her şeyi yapabilirim dediğimde yapamadıklarımın farkındayım.Farklıyız diye aynı olanların daha bi farkındayım.Ve adlandırmıyorum sadece yaşıyorum."Hayatı yaşamak" derken kaçırmak en korkuncu çünkü.

"GİDERAYAK
Handan,hamamdan geçtik
Gün ışığındaki hissemize razıydık
Saadetinden geçtik
Ümidine razıydık
Hiçbirini bulamadık
Kendimize hüzünler icadettik
Avunamadık
Yoksa biz...
Biz bu dünyadan değil miydik?"

30 Mayıs 2011 Pazartesi



"Kalabalıkta kalabalıkça yalnızlık
Yalnızladıkça birbirimizi
Haydi çoğalalım
Çoğaltarak kendimizi" Aziz Nesin
Göz yaşlarım para etmiyor
Para etmiyor düşündüğümüz onca keramet.
Bir bütün var bölünmüyor, bozduğunu bütünlüyor zindanlarda.
Kendimi bıraksam kendi haline...
Yeter ki sen son bir defa
Özgürlükten bahset bana.
Yeter ki sen son bir defa gör kendini gözlerimde.
Yorulduğun zaman söyle,
Güzel günler var önünde hala,
Ve hala
Sıcak bir ekmek gibi taşıyorsak geleceği göğsümüzde.

26 Mayıs 2011 Perşembe


"Çünkü hayatımın o döneminde her şeyi yapabileceğimi sanmaktaydım.Henüz hiçbir şeye teşebbüs etmemiş olduğum için kendi yetersizliğimin farkında değildim.Bir şeye cesaret etmemiş olduğum için de cesaretimin sınırlarını bilmiyordum"(Katya'nın Yazı)

17 Mayıs 2011 Salı

Yemeği çok hızlı yedim ve yedik sanırım.Salatası,tatlısı her şeyi tamamdı oysa.Ama yemek bitti ve sofradan kalkınca,önce bi sindirme sorunu (içselleştirme),sonra mide bulantısı,sonra büyük bir boşluk hissi.Sorarlarsa sorun ne?Sorun yok, çünkü yemeği yedim neticede ve tokum artık.Hem de bi daha yemek yemek bile istememecesine.
Peki neden eskimiş kelimelerden bu kadar sıkılmama rağmen hala "yemek" örneği üzerinden gidiyorum?Aynı kelimeler beynimi ele geçirdi,yaşlandığımı hissediyorum keşke gözle görülür bi şeyler de olduğu zaman olsaydı bu yaşlanma,o zaman normal olurdu değil mi?
Ben yemeğe gömülmüşken,o sırada;
Arthur Dent ve Ford Prefect uzaya gittiler.
Bülent albüm yaptı..(pek güzel olmasa da bi şey yaptı,kustu)
3-5 kişi karavanlarına binip dünyaya açıldılar.
Çok fazla kişi sınava çalıştı ve çok çalıştı.(sadece bir şeyi düşünebilenlerdendi onlar)
Bi adam aynı yerde durmaya devam etti ve yeni kurbanlarını bekledi.Kendi hiçbir şey yapmazlığını güzellik bildi.
Birileri tutkuları için savaştı.(cidden tutkuları olan şanslılardı onlar)
Josef Breuer kendi gizemini çözmeye çalışıp durdu.
Hiç beklenmedik bi şekilde değişti bazıları,yalnızlığa dayanamayıp,maskesini taktı, sürekli gülücükler saçtı,hiç hoşlanmadığı insanlarla hiç hoşlanmadığı şeylerden konuştu.(onu kurtaramadım maalesef)
Selim Işık bile bi şey yapmadı mı?
...
Hepsi bi şeyler yaptılar.Çünkü yenecek yemekleri vardı daha.
Bense sadece durdum,sabahın köründe otobüse binip herhangi bi yere gitmekle yakılamayacağı belliydi o ateşin.

Nasılsın?
Biraz yorgunum.cidden çok yorgunum.
Ö.K

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Ey sen olmayan okur!
"Bi kere de bizi dene!"
"Bi kere de bize gül"
Bak kek börek yapıcaz.
Olduğu kadar açık aslında.
Kaybedenler kulübü falan filan çalıyor.
Gel twist yapalım olmadı shout.
Ya da Tokat yolları taşlı
Kareoke de olabilir aslında,
Haydi gel bizimle ol.
Biraz şans ve bir bisiklet,
Varsa kap gel!
Kandırıldık öööyle duruyoruz.
Artık soru sormuyoruz.
Duvar,sinek,bulantı.
Tavlanı al gel,
Bundan böyle hep düşeş.
Plaklar tepsimiz olur,
Zevk-i sefa yaparız.
Bize bir şey oldu yorulduk
Bir şey oldu hiçbir şeyi sevmez olduk
Evimizde kelebekler,vallahi
-Lunaparka mı gitsek?
-ı ıh
Bir şey oluyor heyecanlanıyoruz
Nedendir vazgeçiyoruz
Hissiz mi olduk, başka bir olgunluk mu bulduk?
Artık rüyaya yatalım.
Nesri nazıma yaklaştırdık,rahat uyu
Gülmek ya da ağlamak istiyoruz
Herhangi bir şey hissetmek istiyoruz
Eee hala gelmedin..
Amaaan gelme.

Pemra Hanım-Özge Hanım

7 Şubat 2011 Pazartesi



Geçen bahar bir mektup yazmıştık,Bülent Ortaçgil'e. Gönderdik ama büyük ihtimalle ona ulaşamadı,yani biz ulaşamadığından cevapsız bıraktığını düşünmek istiyoruz.Mektup işte şöyle :)) (Bazı yerlerini blogtaki yazımızdan çalmışız)

Bülentçiğim Ortaçgil
Uzun bir zamandır sana yazmak istiyorduk. Şu an Ankara’nın sayılı yeşilliklerinden birinde Meclis Parkı’ndayız. Sana bugün yazıyoruz çünkü çok gaza geldik bir an.
Dünyadaki bütün müzikleri dinleme gibi bir projemiz vardı, ilk kasetini aldıktan sonra ismin hemen listeye eklendi. Bütün albümlerini tek tek dinledik. Her bir sözü her bir sesi hissettik, düşündük.Yeni yollara girdik,yeni kapılar açtık.
Evet, seni dinlemeye başladığımız ilk günden beri her Ankara’daki konserinden önce heyecanlanıyoruz, sonra yine yaş engeliyle karşılaşıyoruz. En son ODTÜ bahar şenliklerine geleceğin haberinde de olduğu gibi.Ve kendi aramızda bir şeyler yapmaya karar verdik biz de.Gelip gelmemen konusunda tereddütlerimiz vardı.Ama dedik ki; biz olsak giderdik.Sakın şaşırma sen…
Bir yer var Ankara'da bilir misin Ahlatlıbel diye. Biz Ankara’da yaşayan dolayısıyla maviye ve yeşile hasret çocuklarız. Ahlatlıbel güzeldir, bizimdir.
Geldiğinde yaşam enerjisi yüksek ve rengarenk gençler göreceksin. Günlerden pazar aklımız sende. Çünkü hiç sevmeyenler eksiktir bir yerde. Ankara’nın sarısından sıyrılmış, yeşile doyabileceğimiz yerde bize özel bir şenlik var. Seni orda görmeyi çok istiyoruz.
Bizimle güzel bir güne ne dersin? Şarkıların düşünüşümüze ve hissedişimize renk kattı. Kelime cambazlığı yapamasak da umuyoruz ki sen de bizi anlar ve hissedersin.Gelmesen de bizden sesini esirgemeyeceğini umuyoruz.Eğer istersen bizi ... 'dan arayabilirsin.Senin şarkılarını söylüyor olacağız.
Kıyaksın severiz seni.
Özge ve Pemra

Sonuç:Mektup ulaşmış,bülentciğimle ile konuştuk bugün bize bol bol gülümsedi.:)
Güncelleme: Mektubun başındaki bir paragrafı silmek yönünde insiyatif kullandım. Yapıcı (bir süre için) bir kibire düştüğümüzü biliyordum ama nasıl yukardan yukardan konuşmalar onlar öyle? Nasıl kibirden kibirden yazmışız.. diğerleriyle aramıza koyduğumuz o mesafeden hoşlanmadım, üstelik mesafe anlatacağım diye alenen kendini övmeye dönmüşüz, olacak iş mi Özge Hanım? Liseli çocuklarla bu kadar uğraşılmaz biliyorum ama, işte, kaldırmak istedim, sevemedim sevgili okur.