19 Eylül 2012 Çarşamba

Sondan Bir Önceki Gün

Günlük programın çok gerisinde kalmış, oohoo nerelere gittik biz ben yazmayalı. O değil Bahri oğlan çekti gitti bu arada. Anahtarları da almış götürmüş bir sürü sıkıntı oldu hiç yoktan. Ama önce beraber gittiğimiz yerleri anlatmak istiyorum. İlki Özgürlük hanfendisi, efendim bu heykel ilk yapıldığında yeşil değilmiş bunu biliyor muydunuz? En dış katmanındaki metalin özelliği buymuş zamanla oksijenle birleşip yeşile dönüyormuş. New York'ta bazı başka büyük binalarında çatısında aynı yeşilden var, böyle bütün çatı değil de sadece bir kısmı gibi süsleme gibi. Merak edenler için söyleyeyim, hayır en üstüne çıkamadık içine dahi giremedik, yasakmış. Heykel kendi başına bir adada bulunuyor adada bir tane hediyelik eşya dükkanı ve çay bahçemsi bir yer var. Önce adaya gidince size bir kulaklık bir de elektronik, taşınabilir bir cihaz veriyorlar onu dinleye dinleye geziyorsun. İnsanlarla röportaj yapmışlar, fikirlerini sormuşlar. Orda konuşan insanlar genelde çok etkilenmişler, onlar için bazı anlamlar ifade ediyormuş bu heykel. Özellikle önceden gelen göçmen aileler için gerçekten "özgürlük"ü simgeliyormuş. Sezer'i tam bilmiyorum ama Bahri ve ben heykelden çok da etkilenmedik. Yakından görmek farklı bir heyecan yaratmadı, belki de yüzüne çok aşikar olduğumuzdan. Ama heykele arkadan bakınca gördüm ki sağ ayağını sanki adım atacakmış gibi kaldırmış, onun öyle olduğunu daha önce hiç görmemiştim. Ordan dönünce Bahri'nin çalıştığı yerden tanıdığı Rus arkadaşının şapkasını vermek üzere ( şapkasını unutmuş kızcağız Bahri'de durur mu hemen kapmış getirmiş şapkayı) 91. caddeye gittik, oralar baya nezih, güzel semtlermiş. Ordan bi central park yapalım diye başladık yürümeye bloklarca yürüdükten sonra başka bir parka geldiğimizi fark edip geri yürüdük dolayısıyla central parka geldiğimizde aç, susuz ve yorgunduk. Havanın kararması da cabası. Şu filmlerde veya fotoğraflarda gördüğümüz büyük yeşil bölgeye ulaşamadık bile ne kadar büyükmüş arkadaş! Jilyonlarca koşan ya da bisiklete binen insan vardı. Bisiklete binenlere çok özendik güzel sonbahar havasında kocaman parkın etrafında binmek güzel olmalı. Yürürken arada durup oturduk dinlendik, lise yıllarından bahsettik. Sonra ordan çıkıp Japon restorantı denemeye gittik, kısaca suşi. Dana önce orayı gözümüze kestirmiştik zaten, gittik oturduk büyükçe bir tabak söyledi herkes çeşitli suşilerle dolu, Sezer nasıl yiyor çatır çutur sanırsın Serpil Teyze suşiyle büyütmüş bunu. Suşileri soya sosuna batırmalar, sasimileri turplara sarıp yemeler neler neler. Bahri Sezer gibi iştahla olmasa da tabağını bitirdi, yavaş yavaş biraz ürkekçe yedi ama bitirdi. Bana gelincee, ben yiyemedim. Daha önce hiçbir yiyecek çeşidiyle böyle bir zorluk yaşamamıştım. Hayır daha önce denediğimden nasıl bir şey geleceğini biliyordum biraz temkinli davranıp az almalıydım ama kafam çalışmadı işte. Tadı kötüydü diyemiyorum çünkü ağzıma atıp çiğnemek bile çok zordu benim için, bildiğin çiğ balık yahu! Bu derece bir ön yargım olduğunu bilmiyordum. Bir iki sınırlarımı zorladım yedim, baktım olmuyor verdim Sezer'e kalanını.Şimdi fotoğraflara bakarken birazdan anlatacağım ve şimdiye kadar anlattığım olayların sırasını karıştırdığımı fark ettim ama olsun siz böyle bilin. Günlerin birinde yine bir caddede yürürken Bahri bir müze görmüştü üstünde "New Ideas&Modern Art" gibi bir şey yazıyordu hadi oraya gidelim dedik, gitmez olaydık. Modern Art olayının geyiğini duymuştum ama birebir böyle sanatla alakası olmayan ama "yeni nesil sanat" diye sunulan bir şeyle hiç karşı karşıya kalmamıştım. Hani küçükken birkaç farklı renkli kalemi alıp aynı şekli 100 kere yapıp rengarenk bir şekli ortaya çıkarırdık ya, o vardı mesela. Başka örnek hatırlayamadım müzeyi yerden yere vurmak için kısaca şöyle diyelim: İnsanın ruhuna hitap eden bir şey yoktu. Sonra ertesi gün uslanmadık madem çok ünlüymüş diye başka bir modern art müzesine (MoMA) gittik. Bu seferki daha kapsamlıydı ünlü ressamların resimleri filan da vardı, bazı fotoğraflar vardı ama o da aynı şekilde sanat diyemeyeceğim şeylerle doluydu. Şimdi ben böyle derim siz bana inanmazsınız, "Sen odunsun ondan anlamamışsındır" dersiniz diye kanıt olarak fotoğrafını da çektim daha sonra buraya ekleyeceğim. Bomboş bir tuval sadece griye boyanmmış oraya sanat diye New York'un göbeğine konmuş. Altından üstünden çaprazdan her yerden baktım boş gri tablo yahu! Sonraa akşam oldu, yemekler yendi, Kuscisko Stretteki evimize geldik Bahri eşyalarını toplamaya başladı. Ertesi gün küçük bir iki işi kalmıştı sabah erkenden çıkıp onları hallettik sonra Bahri'nin bir arkadaşıyla buluştuk o ikisi havaalanına doğru yola koyuldular. Biz de çarşılarda gezelim diye Manhattan'a doğru gidiyorduk kii ben yolda Bahri'den anahtarı almadığımızı fark ettim. Pek üzücü bir andı. En yakın durakta inip bir yerlerden internet bulmaya çalışıp Bahri'ye ulaşamamamız daha da üzücüydü. Zaten gitti diye bi burukluk vardı, anahtarı da götürünce böyle bir sıkıntılı akşamüstüne dönüştü ilk defa o gün New York'a yağmur da yağdı. Neyse sonra bizim ev sahibi Larry'i aradık, üzülmeyin çocuklar bende bir anahtar daha var siz akşam gelin ben vereyim size dedi. Biraz rahatladık. Ve sonunda geldik bugüne, bugün Madam Tussaud'un balmumu heykellerini görmeye gittik Sezerle. Sezer birden esprili pozlar vermek konusunda girişken ve yaratıcı bir insana dönüştü içerde. Onlardan da birkaç örnekler ekleyeceğim sonra. Güzeldi orası daha önce gitmediğim bir yerdi. Bir de 10 dakikalık 4d sinema izledik orda marvel karakterleri vardı ama her zamanki gibi en havalı spidermandi. 4d deyince aklımıza gelen şey oldu yüzümüze su fışkırttılar gerçekten. Oraya girmeden banka hesabımızı kapattık, bütün paramızı çektik. Biraz alışveriş yaptık Times'dan ( öhöm hava atıyormuş gibi olmasın). Şimdi yorgunuz, yarın akşam 9da uçağımız var. Yehaa! Eve dönüyoruz.

15 Eylül 2012 Cumartesi

5. Gün

Her gün çok dolu ve yorucu geçiyor dün ne yapmıştık hatırlayamıyorum o yüzden bugünden başlayacağım. Bugün yine erken kalkma girişimlerimiz başarısızlıkla sonuçlandı ve 1 gibi ancak kahvaltı yapabildik. Sonra zaten günün ilk planı ekşi sözlük zirvesine katılmaktı, buluşma yerini bulmaya çalıştık 1 saat kadar. Bulduk, güzelce de bir yerdi ama sözlük buluşması beni daha fazla hayal kırıklığına uğratamazdı. Bilemiyorum sanırım detayları buraya yazmayacağım, merak eden varsa detaylar için ayrıca arayınız. Sonra erkenden ayrıldık ordan, mekanın etrafı nerelerdi hiiiç bilemiyorum ama çok hoştu. Oralarda yürüdük fotoğraflar çektik biraz sonra çeşitli mağazalara gittik ama çok pahalı gerçekten. Aslında şöyle mesela H&M'e gidiyorsun yeni sezondan büyükçe güzel bir hırka gelmiş 50 birim para istiyorlar. Yani Türkiye'de 50 lira oluyor, burda 50 dolar. Onlar dolar kazanıp dolar ödüyor ama ben biliyorum ki aynı mağaza Türkiye'de nerdeyse yarı fiyatına satıyor o zaman insanın bir şey alası gelmiyor. Bir de sanırım bu pahalılık New York'un göbeğindeki mağazalara gitmemizden de kaynaklanıyor. Mesela o mağaza Empire State'in hemen yanındaydı hava atmak gibi olmasın. Sonrasında burda bir kere de KFC yiyelim diye bi sevdaya kapıldık kapılmaz olaydık yanlış yerlere yürümüşüz bir yerden sonra vazgeçmek de istemedik 3-4 saat yürüyüp sonunda bulduk! Çok açtık ve çok yorgunduk, çok yedik artık KFC yemek-görmek istemiyorum. Soonra bugün eve erken gelmeye çalışsak da 1de evdeydik, yarın yine erken kalkmaya çalışacağız ki özgürlük hanfendisine gidebilelim. Haa dünü hatırlamaya başladım kız! Empire State'e gitmiştik ya biz dün! Çıktık tepesine 80. kat mıydı 86 mı tam hatırlayamadım sonra ekstra ücret isteyip 102. kata çıkarıyorlardı ama biz almayalım dedik, öğrenci adamın neyine o kadar ekstra. Bir de bu gelecekteki Pemra'ya ve onun arkadaşlarına uyarımdır sakın Empire State'in önündeki gelin size yardımcı olayım biletinizi satayım diyenlerle muhattap olmayın, direk içeri girin içerden bilgi alın, sıranın durumuna bir göz atın her zaman onların abarttığı kadar uzun kuyruklar olmuyor mesela biz hiç beklemedik cırt cırt diye hemen çıkıverdik yukarı. Yukardan etrafa bakmak keyifliydi. İTÜ'de mimarlık öğretmeni olan bir kadınla karşılaştık dedi ki New York için: "Modern mimarinin çok güzel bir örneği ama kimliksiz olduğunu söyleyebiliriz." Görecek çok şey vardı, bak bak bitmedi. Uzun uzun binaların üstlerinde havuzlar mı dersin bir tarafta Hudson bir tarafta East River mı dersin... Neler neler. Ordan çıkınca yine özgürlük hanfendisine gitmeye çalıştık ama saatini kaçırmışız gidemedik, onun yerine ordaki güzel parkta bir süre oturduk Bahri oğlan sevgilisini arayıp doğum gününü kutladı. Sonra hooop metroya binip Little Italy'e gittik Italyan yemeği yiyelim diye, hiç memnun kalmadık suratsıız bir garson, kötü bir lazanya ve çok para. Hiç sevmedik bilmiyorum İtalyan yemeği bu kadar kötü olamaz diye düşünmek istiyorum. O kadar ünlü bir yerde o kadar kötü bir servis de hiç olmamış doğrusu. Sonra yine yorgun argın eve döndük yattık uyuduk. Şu anda yine gece yazıyorum, yine çok uykum geldi, dişimi fırçalamadım.

14 Eylül 2012 Cuma

3. Gün

Dün kendimizi Manhattan sokaklarına attık,önce dedik herkes almak istediği "elektroniği" alsın sonra gezmeye başlayalım. Bir yandan bana fotoğraf makinesi bakarken bir yandan da bizim çocuklara aypod bakıyorduk. Biiir sürü saçma sapan yerlerde best buylar B&Hler aradık Manhattan sokaklarında yürüdük, metrolarına bindik. Bir ara makine konusunda çok ümitsizliğe düştüm, fiyatlar New York'ta bi anda çok yükseldi acaba dedim burda debelenip duracağıma gideyim Türkiye'den Türkçe'sini mi alayım, sonra vazgeçtim. Çünkü bir başka best buy şubesi diğer mağazalardan daha ucuza satıyordu efendim hafıza kartını, çantasını da aldım güzel bir makine aldım. Tam alışabilmiş ve çözebilmiş değilim, bazı fotoğraflar çok saçma çıkıyor, beklediğim gibi kontrol edemiyorum ama yine de memnunum. Bahri garibim alamadı aypodunu, istediği aypodu almaya gittiğimiz gün apple satmayı durdurmuş! Bugün ve dün aklımda bir sürü detay vardı buraya yazmak için ama unuttum hepsini. O detayları unutmak istemiyorum çünkü hem ben bir daha gelirsem yararlanmak istiyorum hem buraya gelecek arkadaşlarıma anlatmak istiyorum ama şu an hatırlayamadım gerçekten. Neyse bugüne geliirrseek, bugün evden geç çıktık kahvaltıya geç gittik sonra dedik ki artık özgürlük hanfendisini görmeye gidelim. ABD REHBERİ'mizden baktık, bütün şehri kaplayan metro ağı haritasına baktık nasıl gideceğimizi öğrendik feribota binilen yere gidip gelen ilk feribota bindik. Önceleri heykele yaklaşıyor gibiydik şıkşıkfotofoto fotoğraflar çektik sonra baya yaklaşmışken yanından geçip yola devam ettik. Meğer Staten Island'a giden feribota binmişiz. Orası da böyle tam bir ada, sakinlik, dinliginlik. Ama geç gittiğimiz için çocuk müzesi ve hayvanat bahçesi kapanmıştı, hiçbir şey yapamadan geri döndük. Dönüşte aynı metro hattı üzerinde bulunan China Town'a gittik Çin yemeği yedik ama Nags Head'de yediğimiz kadar güzel değildi. China Town da Türkiye'deki bir yere benziyor ama tam çıkaramadım doğrusu. Manhattan'dan oldukça farklı bir tane aypod kılıfı soruyorsun mesela 10 dolar ama sana 8 olur filan diye pazarlık yapıyorlar, nerde o 5. Avenue'daki lüks...! Her şey bi Çince yazıyor bi Amerikanca. Bir de biraz ucuza magnet bulduk ordan magnetler almaya gideceğiz sanırım. China Town'un bir kısmı da Little Italy. Orda da Italyan yemekleri yapılıyor diğer gidişimizde de onu denemeyi planlıyoruz. Haa bir de bugün sinemaya gittik, filme girmeden önce biraz endişelerim vardı acaba detayları filan anlar mıyım diye, hiç dertlenmeme gerek yokmuş girdiğimiz filmde kimse bi kelime konuşmadı. Dünya'nın her yerinden insan manzaraları gösteren bir filmdi, değişikti. Ama her anında bizi yakalayamadı, ilginçti güzel bir fikirdi ama sanki biraz daha geliştirlmesi gerekiyordu ve adı da Samastra gibi bir şeydi tam hatırlayamadım. Efeeendim sinemadan sonra Bahri kanıma girdi ( Sezer eve dönme taraftarıydı) Times Meydanı'na gidelim uyumaya mı geldik biz buraya dedi. Tamam hadi bi de gee grelim diye gittik, gündüz gibi aydınlıktı devasa reklam tabelaları yüzünden ama beklediğim kadar kalabalık değildi. Bütün mağazalar var sanırım orda. Mcdonald'sa gidince bir sürü workandtravelcı Türk genç gördük hatta bir tanesi ODTÜlüymüş. Ve şu an saat sabah 4e 10 kala bu yazıyı yazıyorum çünkü 3.15 gibi eve geldik. Geceleri NY metrosunda jilyonlarca fare dolaştığını gördük ama onun dışında bir tehlikeyle karşılaşmadık Brooklyn'de oturuyor olmamıza rağmen! Bu yazılar günlük tadında olduğu için arayı çok açmak istemiyorum ama sabahın köründe çıkıp akşam geç döndüğümüz için hiç vakit olmuyor hep böyle arada derede yazıyorum. Pek tatmin edici olmuyor ama başladık bir kere...

11 Eylül 2012 Salı

NY Günlüğü- İlk akşam

Amerika günlüğü gibi bir şey yapmak içimden gelmemişti ama New York günlüğü yapasım var. Tamam, işte başlıyoruz: Outer Banks'ten ayrılıp Bahriciğimle buluşabilmek için Elizabeth City'den otobüse bindik otobüs zamanında gelmesine karşın geç hareket etti biz de Bahri'ye 1 saat geç kaldık. Garibim zaten erken gitmiş oraya 5 saat bizi beklemiş terminalde uyumuş. Ama Bahri'yi gördüğüm ilk an çok heyecanla ve sevinçle doldum, belki de o an günlük yazmaya karar vermiş olabilirim. Günün geri kalanında öyle çok heyecanlı şeyler olmadı bir süre havaalanında bekledik, beklerken illegal olmasına rağmen Bahri'nin bize getirdiği Sex On The Beachlerimizi yudumladık, gizli gizli. Uçakta bedava coockie yedik ki pek sıcak hissettirdi. New York'a inerken ne kadar büyük olduğunu bir kez daha fark ettim. Bir de bir keresinde İstanbul'a yükseklerden bakma şansım olmuştu, gerçekten çok az ormanlık-ağaçlık yer olduğunu fark etmiştim, sadece mezarlıklara dokunmamışlar. Ama burda hem New York'ta hem de NC'da çok geniş büyük yeşillikler olduğunu gözlemledim. Buralarda tam tersine yeşilliklerin arasında bazı toplu binalar var, uçaktan görüyorsun her şeyi yalan yok. Neyse efendim geldik New York'a bize tarif edilen yerle metro haritasında birbirini tutmayan şeyler vardı ordan başlayıp kalacağımız odaya gelene kadar hep tedirgin saatler geçirdik, böbrek hırsızlarıyla karşılaşma korkusuyla. Çünkü bilenler bilir, Brooklyn pek tekin bir yer değil, biz hiçbir şey bilmiyoruz telefonumuzda paramız bitmek üzere ve çook ağır bavullarımız var. Her şeye rağmen şu an o odaya ulaştık, paraya kıyıp daha merkezi bir yerde kalsa mıydık diye düşünmedim değil; ama yine de iyi durumdayız, beraberiz, bütün organlarımız bizimle, pasaportlarımızı ve cüzdanlarımızı henüz çalmadılar yarın kendimizi şehre atıyoruz. Bu kısmını biraz kendi kendime anlatıyorum: Biraz Bahri'nin gelişi, biraz da Sezer'in heyecanına kendimi kaptırmaya çalışıyorum sanırım, Outer Banks'i terk etmeden biraz önceki ruh halimi hala içimde tutuyorum ama sanki beklemeye almış gibiyim. Bu daha önce yapabildiğim bir şey değildi. Daha enerjik hissediyorum ama hala çözmediğim bir düğümün orda olduğunu unutmuş değilim.